Yağmurlu Bir Günden Notlar
Yine yağmurlu bir cumartesi günü.
İnce, yoğun bir sağanak yağmur var.
Yağmurlu havaları eğer dışarıda işim
gücüm yoksa severim.
Yazmak, okumak ve tembellik etmek
en çok bugünlere yakışıyor.
Dışarıda akıp giden hayat biraz
duralıyor.
Kimse, çay bahçesinde, piknikte,
yolda parkta falan değil.
Herkesin en azından birçoğunun
evinde olduğunu bilirsin.
Bütün bunlar psikolojik olduğunu da
bilirsin.
Havalarda, mevsimde, yolda gördüğün insanlarda ve okuduklarında, izlediklerinde etki yapan psikolojiktir, duygulardır.
Gerçeklik az değişir.
Duygular, hisler, hazlar, zevkler,
moral bozukluklar, mutsuzluklar duygusaldır. Yani geçicidir.
Eskiler boşuna dememişler: Ne gam
baki, ne dem baki diye.
Şairler mevsimlerin insanlara
etkisini hatırlatır dururlar.
Bence bunlar hep, yoldan çıkmaya
yatkın olanların uydurdukları bir şey.
Zaten yoldan çıkmaya, gevşemeye,
serkeşliğe, serseriliğe istidadı vardır insanın da, kendine bir kulp arar ve
bulur. Bize iyi gelir bu.
Kendimize iyi gelenleri bulmak her
insanın mutluluk anahtarıdır.
Kendini tanımak isteyen insan
kendine nelerin iyi geldiğini bilmeli.
Belki bu, kendisiyle barışık
insanların neden daha huzurlu ve mutlu olduklarını da izah eder.
Öteki insanların baskısından azade kendimiz olduğumuzda, kendimizle barışık olma yolunda
ilerleriz. Çevremizi memnun, mutlu ve tatmin etmeyi kendisinden daha fazla önemseyen
insanlar mutlu
olamazlar. Havaların suçu yok yani. (…)
Siyaseti günü gününe takip edenlere, özellikle de gazetecilere acıyorum. Yarına hiç izi
kalmayacak kişi, konu ve sözlere maruz kalıp, büyük anlamlar çıkarmak epey yıpratıcı olmalı.
En azından benim için böyle. Kitap okumayı, makale okumayı, film izlemeyi, yazı yazmayı
birinci uğraş alanı seçtiğime memnunum.
Çetin Altan hep söylerdi, yazı
dışında başka şeylere özenmediğini, sadece yazıya titizlik, özen gösterdiğini
yazardı.
Yine yazıda kıvrak ve entelektüel
kalemi olan Engin Ardıç da öyleydi.
Sadece yazı vardı hayatlarında.
Rahmetli son yıllarda iyice
siyasete bağlamıştı yazılarını ama yine de zekâ ve üsluplu yazdığından
okunabiliyordu.
Kendi adıma sabaha başladığından
beri takip ettim yazılarını.
Zavallı ekmeğini halk partisinden
çıkardığı için memlekette ne olursa olsun yine o partiyi yazardı.
Zaman geçince, hesaplar tutmayınca,
devir değişince, yaş ilerleyince anlamaya başlıyorsun onları da. Artık pek
kızmıyorsun kimselere.
Basın yamyamları sözünü ondan çok
duyardık.
Türkiye’de solun olmadığını, sol görünümlülerin sağdan bozma, az Kemalist, ulusalcı, laik ve burjuva olduklarını da rahmetli söyler dururdu.
Yazıya titizlik göstermek, kendine
de özen göstermekten geçiyordu.
Yıllarca bir yazarı okudum. Pey
bir şey kalmadı bana.
Karmaşık yazarak, kendini biraz entel, önemli, çok şeyler biliyorum ucuzculuğu ile yıllarca
muhafazakâr kesimde
el üstünde tutuldu.
İyi paralar aldı. İtibar gördü.
Sonra onu da başından attılar.
Kendisi kendine çok değer
verildiğini, kendisine muhtaç olduklarını falan sandı.
Kazın ayağı öyle değildi, unutuldu
gitti.
Büyük şair olmasa ismi pek
hatırlanmaz.
Yıllarca köşe yazarlığı yaptı.
Ama derin bir etkisi olmadı.
Geçelim bunlar önemli değil.
Önümüze bakalım.
Bahçeye, kitaplara, derse, yazıya
bakalım.
Boş ideolojik tartışma ve
kavgalardan uzak durdun iyi ettin.
Kendinle barışmaya çalıştın.
Az şey
mi bu?
...
YanıtlaSil